top of page

YOL’a Çıkış Hikayem

  • Yazarın fotoğrafı: Sibel Okan
    Sibel Okan
  • 21 Oca 2024
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 23 Kas 2024


ree

İçimde yankılanan bir sesle başladı her şey: “Anadolu’yu keşfet!


Aynı topraklarda yaşayan insanların birbirini bu kadar tanımayışı ne acayip. Belki diğer ülkelerde de böyledir diyeceğim ama gördüğüm, duyduğum, deneyimlediğim kadarıyla sanki değil. Belki bizdeki zengin kültürün bir sonucu bu. O kadar medeniyet gelmiş geçmiş, geldiğinde kültüründen de izler bırakmış ki her bölgenin, her ilin, her köyün ayrı hikayesi, ayrı geçmişi, ayrı geleneği, ayrı yemekleri var. O yüzdendir belki de bilemiyor oluşumuz.


Bana acayip gelen bilememekten ziyade merak etmememiz belki de. İlgilenmeyişimiz. Batı’nın Doğu’ya uzak oluşu, Güney’in Kuzey’den kopuşu. Birbirlerinden ayrı oldukları yanılsaması ve belki zamanla kutuplaşması. Bendeki yansıması böyle en azından ki bu satırlar dökülüyor kalemimden...


Eskiden Anadolu’yu bu kadar merak etmezken, gündemimde de değilken geldi işte bir iç ses, kendi sesimi duymak için boşluklar yarattığım yakın bir dönemde. Öncesinde Mardin tarafları uyandı bende, oraları göreyim. Gitmişken civarındaki yerlere de gideyim; Nemrut, Göbeklitepe… Yine buldu zihin popüler yerleri gördüğün gibi.


Sonra, geçen seneden beri radarımda olan Şeb-i Arus geldi aklıma, Aralık ayındaydı. Rotama Mardin’den başlayıp en son Konya’da bitirebilirdim, ama o zaman Aralık ayının başında hemen yola çıkmam gerekirdi. Çünkü Şeb-i Arus’un tarihleri belliydi. Ya da tam tersi istikamette önce Konya’ya giderdim, birkaç gün Şeb-i Arus etkinliklerini ve görülmesi gereken yerleri ziyaret ederdim sonra rotaya devam eder, Mardin’de sonlandırıp dönerdim.


Bir seyahat fikri geldi ya, zihnim önceden alışkın olduğu şekilde plan yapmaya girişti. Sonra baktım tarihlerim henüz netleşmiyor, uçakla mı trenle mi arabayla mı gitmeli kafam iyice karıştı, o kadar gün otelde mi kalacağım? İstediğim bu da değildi. Ne istediğimi bilemiyordum ki, zihin kontrolü ele geçirmişti!


Baktım işin içinden çıkamıyorum, bıraktım oracıkta. Öylece.


İçimden, akışında gelen bu ses ile zihindeki bu zorlanma birbiriyle örtüşmüyor, pek “doğru” hissettirmiyordu. Benim de YOL’um buydu ya, akışında yaşamak. İzin verdim kendime; durmaya, gözlemlemeye, hayatımda kaynakların belirmesine…


Tabii kolay değildi; zorlandım, isteyip de olduramadığım için gelen yetersizlik, netleşememenin verdiği güvensizlik, plan yapamamaktan gelen memnuniyetsizlik… Devam etti bir süre.


Ben duruldukça kaynaklar belirmeye başladı; beni yatıştıran ve sürece nasıl yaklaşabileceğime dair önerilerde bulunan can, kitap önerileriyle gelen dost, hangi rotadan başlamam gerektiğine dair karşıma çıkan işaretler, en kolay nasıl gidebileceğime dair rota ve araç önerileri, konaklayabileceğim bir yuva… Tüm bu kaynaklarla şekillendi ki YOL’un ilk durağı olacak Konya’ya gidiyorum ve Şeb-i Arus etkinliklerine katılıyorum!


Şeb-i Arus, her sene Mevlana’nın ölüm yıl dönümünde yapılan etkinlikler, daha doğrusu kutlamalar. Kelime anlamı “düğün gecesi”. Tasavvufta vuslat’ı, yani ölüm'ü, O’na kavuşulan gün olması sebebiyle ölüm günü değil düğün günü olarak değerlendiriyorlar. “Vuslat, aşıklara Şeb-i Arus’tur.” diyorlar.


YOL’a çıkmadan önce araştırmaya başladım Mevlana’yı. Öğretisi nedir? Kitaplarına göz atmaya başladım, anladığım kadarıyla devam ettim ama ilerledikçe dili biraz anlaşılması zor geldi tabii. Mesnevi, Mevlana’nın öğretilerini aktardığı en kapsamlı kitabı. İlk 18 beyti ise Mesnevi’nin özütü, kalbi olarak değerlendiriliyor. Ben de Mesnevi’nin ilk 18 beytini ele alan, ardındaki manayı sorgulayan ve anlayabileceğim bir dilde aktaran bir kaynak edindim. Hakan Mengüç’ün Mevlana kitabını rehber edindim kendime.


Ve tam YOL’a çıkmadan bir önceki gece okuduğum kısım içinde bulunduğum hali anlatıyordu:


«Medresede dersler veren, herkesin saygı duyduğu, felsefe ve din konusunda kendini ileri seviyede geliştiren ilim insanıydı Mevlana. Tüm bunlara rağmen içinde hala bir eksiklik hissediyordur.


Bir gün öğrencileri ile medreseden çıkmış yoldadır. Kısa bir süre sonra Mevlana’nın mürşidi (rehberi) olacak Şems-i Tebrizi, aradığı yoldaşın Mevlana olduğunu görür görmez anlar. Mevlana’nın “aşk” ateşinde yanmaya hazır olup olmadığını sınamak ister ve sorar: “Tüm bu okuduğunuz, öğrettiğiniz ilmin gayesi nedir?”

Mevlana cevaplar “İlmin gayesi dinin yasaklarından kaçmak, emir buyurduklarını yapmaktır.”

Şems ise “Hayır” der. “İlmin gayesi, Yaradan’a ulaşmaktır. Aşktır. Aşka ulaşmayan ilim, ilim değildir. İlim seni aşka götürmüyorsa, cehalet ondan daha hayırlıdır.”»(1)


Bizlerin aldığı eğitimler, öğrendiği kişisel farkındalık bilgileri, uygulamaları bilmekten ve sadece “uygulamaktan” öteye geçmiyorsa amacını gerçekleştirmiyordur. Ancak bildiklerini ve uyguladıklarını içselleştirdiğinde, gündelik hayatı yaşayışına, insanlara ve canlılara davranışına, düşünme biçimine yansıttığında layığını yapar; aşka düşersin. Yoksa yoga pozunu harika yapsan, mindfulness’ın temellerini sular seller gibi bilsen, meditasyonda saatlerce hareketsiz oturabilsen de fiziki uygulama içsel uygulamaya sirayet etmediği sürece sadece “uygulama” olarak kalır. Alkış alırsın, takdir edilirsin, çok iyi “bilen” birisi olursun ama egonu beslemekten öteye geçemez bu.


«Mevlana, Şems’in derinliğinden emin olunca kütüphanesine sohbete davet eder onu. Kütüphanesinde sayısız kitap bulunmaktadır. Hepsini okumuş olması başkalarında hayranlık uyandırsa da Şems pek etkilenmişe benzemez. Ona en sevdiği ve önem verdiği beş kitabını sorar. Mevlana kitapları önüne koyduğundaysa hepsini elinin tersiyle itip havuza atar. Ve neden böyle bir şey yaptığını ifade eder:


“Aradığın şey o kitaplarda değil… Aradığın şeyi okuyarak bulamazsın. Onu ancak kalbinle bulursun. Dünyadaki bütün kitaplar, bütün hesaplar aklın bir oyunudur sadece. İnsan aklının oyunu… Bütün bu kelimeler, sözler, laflar sevginin yerini tutamaz. Okuyarak öğreneceksindir belki ama ancak aşkla anlayacaksın.” sözleri karşısında susup dinleyen Mevlana’ya karşı devam eder:


“Kır kaleminin ucunu… Bundan sonraki yolculuğumuz aşk yolculuğudur. Aşkı kalem yazmaz ki kitaplarda bulasın. Bırak artık kitapları. Sen aşk denizine dal. Seni bu noktaya getiren bilgiler senin buradan sonra ilerlemeni engeller. Onları bırakmayı, vazgeçebilmeyi göze al.»(1)

 

Kitaplar çok güzel anlatır; meditasyon nasıl uygulanır, mindfulness pratikleri nelerdir, yoganın sekiz uzvu nedir, aydınlanmaya giden yollar nelerdir… Ama anlatamaz ki sen uyguladığında içinde ne hissedeceksin, hangi ego kimlikleriylesin, onlarla yüzleşirken neler olacak… Anlatamaz ki karşındaki başka canlının gözlerinin ta içine bakmak nasıl bir his, kalbine güvenmek nasıl hissettirir, inayet nasıl deneyimlenir…


Anlatamaz çünkü herkesin deneyimi biriciktir ve bu yazılanları ancak hayatına uygulayan evrenin sırrının saklı olduğu kalbindeki sırra ulaşabilir. Bunun için evdeki kitapları bırakmayı göze almak, kalp havuzunun içine dalmak, göz göze bakmak, diz dize oturmak gerekir.


«Mevlana, yıllardır içinde hissettiği o eksikliğin dolacağını, aradığını bulduğunu anlar. Ve bilir, zorlu bir yol olacaktır. Öğrendikleriyle ilim yolculuğunda devam edebilirdi. Ama aşk yolunda ilerlemek için başka yürüme biçimi seçmeliydi ki bunu ona ancak Şems hatırlatabilirdi.


Mevlana ilmin kapılarında kalmaya razı olmadı. Aşk yolunda ilerlemeyi seçti. Bütün öğrendiklerini geride bırakmaya razı oldu. Eleştirilmeyi de, dinsizlikle yaftalanmayı da göze aldı. Ama aşk yolculuğundan vazgeçmedi. Çünkü biliyordu ki aşk insanı yakar ama yanmak da ruhu olgunlaştırır. Bu yüzden “Hamdım, piştim, yandım!” demiştir Mevlana aşk yolunu yürürken.»(1)


Kitabi bilgileri öğrenmek, ezberlemek ve benzer cümlelerle anlatmak kolay olanıdır. Zor olansa onları deneyimlemek, oluş halinin kalbine yerleştirmek ve deneyimlediklerinden damıttıklarını var oluşunla aktarmaktır.


Benim için de bir süredir içimde köklenen bu damıtma sürecinin, damıttıklarımla oluş halimi bir’leştirme niyetinin, damıttıklarımı var oluşumla aktarma hevesinin Anadolu’yu keşfetme arzusu ile yolları kesişti; Mevlana’nın öğretileriyle harmanlandı ve tam zamanında, olması gereken yerden YOL’culuk başladı…


Sen yola çık, yol sana görünür.” (Mevlana)


  1. Mevlana (İstediğin Bir Şey Olursa Bir Hayır, Olmazsa Bin Hayır Ara), Hakan Mengüç.


Sibel Okan

Yorumlar


Yeni Blog Yazıları ve İçeriklerden Haberdar Olmak İçin

Bültene Abone Ol

Aramıza hoş geldin! Gelen emailden

aboneliğini onaylamayı unutma.

© 2024 Sibel Okan. Tüm hakları saklıdır.

Sibel Okan

Instagram hesabı:

  • Instagram
bottom of page